29 Haziran 2010 Salı

Gene takıldım yaaa....

Ne oldu bana bilmiyorum, takıldım.....
Hergün blogumla ilgilenirdim, internette dolanır yeni fikirler çıkarırdım, yok takıldım...

Havalardanmıdır nedir, bir uyuşukluk var üzerimde... Sabah güneşli bir güne kalkıyorum, öğlenden hemen sonra bir gümbürtü derken bir sağanak, geceye doğru bir serinlik.... Vücudum isyanlarda, ruhum uyuşmakta sanırım:))





Aslında yazın hiç işim bitmiyor desem yeridir.
Pazartesi günü aylık alışverişe gittim. Malum şehire inince sersemliyorum. Alışveriş merkezi pek bir bereketliydi:)) Ucuzluk reyonlarına bayılıyorum. Onları dolaşırken bir kasa dolusu ince elyaf yorganlar getirdiler, tek kişilik ama büyük, fiyatı 3 liraya indirmişler, kaptım iki tane. Derken iki koli geldi, birinde 2 liraya uzun kollu, boğazlı, alttan çıt çıtlı bodyler, kaptım bir tane. Derken bir kasa yastık kılıfları 1 liraya, kaptım 3 tane... Yok daha durmayayım buralarda, kapa kapa bir hal olacağım. Zaten gök gürlemeye başladı gene. Çıktım yola, sağanak başladı. İzmit sahil yolu, Allahım biranda göl oldu otoban, görmüyor da insan, biranda suyun içine girince araba neredeyse hakimiyetinden çıkıyor, yavaşladım iyice, ne zaman ki bizim tarafa döndüm, dağlarımı gördüm, içim rahatladı. Yukarı çıktığımda sağanak dinmişti neyse ki:)

Bugün gene aynı, sabah güneş, öğleden sonra sağanak. Yeni aldıklarımı hemen biryerlerde kullanmak en büyük zevkim olduğundan bugünü evin ve küçük misafir evimin dekorasyonunu değiştirmekle geçirdim.

Yarın ise evde yokum, abimlere gideceğim...

Bugünlük bu yazımla idare edin. Yarından sonra fırsat bulmaya çalışıp yeni fikirler paylaşmaya gayret edeceğim.


27 Haziran 2010 Pazar

Bugün Aydınlandııım....

Sabah güneşle uyandım... İçim açıldı.

Öğleden sonra çok tatlı bir aile ziyaretime geldi:) Geleceklerini dünden bildirmişlerdi, ama harika bir sürpriz oldu ve beni çok ama çok sevindirdiler. Tatlı dilli Sibel, sempatik eşi Murat ve şipşirin oğulları Yiğit.
"Sibelin Hobi Dünyası"blog yazarı Sibel :))Benim sevgili sanal dostlarım yavaş yavaş gerçek dostlara dönüşüyor...
İyi bir fotoğrafçı olan Murat olunca ben fotoğraf çekmedim, o nedenle fotoğraflar için Sibel'i bekliyorum. Güzel sohbetlerle dolu bir öğleden sonrası geçirdik, üzülerek onları İstanbul'a doğru yolcu ettim tekrar görüşmek üzere :((

Akşam haberlerinde de neyse ki üzücü bir şey yoktu.
Bugün aydınlandım ....

Ödül olarak kendime iki cici proje buldum, size de göstereyim:))










Dağ başında balık tutma imkanım pek yok:) Ama mutfağımın bir köşesinde böyle bir süs isterim doğrusu. Bunu da aldım listeye:))













Boş bir yer bulursam, bir de böyle bir süs yapabilsem:) Çoook şeker....


26 Haziran 2010 Cumartesi

Kararmış Durumdayım.....


Keyfim yok bugünlerde, havanın da keyfi yok benimle birlikte, ikimizde kararmış oturuyoruz.

Başka dünyalara dalmak için alışveriş merkezinde bulduğum promosyon cep kitaplarını topladım aldım. Bugünlerde bu dünyadan birkaç saatliğine de olsa ayrılma ihtiyacındayım.

Elişi yapmaya bile hevesim kalmadı, yaratıcılığımı kaybettim sanki. Akşamları tv karşısında elime aldığım goblen pano işlediğim her bir çarpı ile biraz daha ortaya çıkıyor, sadece o işte....





Maillerime bakarken bir tek bu fikri paylaşmaya değer buldum, nedense ........

Fotoğrafların konduğu çerçeveye harflerle özel bir paspartü yaparak özelleştirmişler, hoş bir fikir:)


25 Haziran 2010 Cuma

Canım Sıkılıyor


Canım Sıkılıyor
pencerenin önünde dışarıyı izliyorum,
az kaldı günün ışımasına,
havada geceden kalma bir serinlik var.
camları pusluyor nefesim.
pusun ardından dolunayı görüyorum.
puslar ay ışığında rengarenk.
canım sıkılıyor yine,galiba seni özlüyorum.
bir damla vuruyor camıma.
sonra bir tane daha ve bir tane daha.
bir hışırtı kaplıyor sessizliği.
canım sıkılıyor,yağmur sıkılmıyor.
canım sıkılıyor,yağmurlar dinmiyor.
aynı yere binlerce damla düşürüyor yağmur sıkılmadan.
canım sıkılıyor,galiba seni özlüyorum.

13.10.1998 Koray Aşkın






23 Haziran 2010 Çarşamba

Mail kutuma düşenlerden.....

Mail kutuma düşenlerden.....

BAYRAKLARINI SALLAYIP, MİTİNGLER DÜZENLEDİĞİMİZ ARAP'LAR

1915-1916 yillari arasinda gerceklesen Canakkale Savaslari'nda on
binlerce mehmetcigimizi sehit, gazi, sakat, topal, kör birakan,
1916'dan sonra da buna devam eden ingilizlerle is birligi yapan
Araplarin ayaklanmasi 1916-1918 yillari arasinda olmustur.

Nefes alamadan arka arkaya savasmak zorunda kalmis, sefil ve harap
dusmus Osmanli Imparatorlugu, merkezi guclere karsi hem I. Dunya
Savasi'ni (1914-1918) savasiyordu hem de yuzyillar boyunca bagrina
bastigi ve kendisini beklenmedigi bir sekilde arkadan vuran Araplar
ile. O dönemde Arap'lar tarafından İngilizlere teslim edilen her Türk
askerinin kellesinin değeri bir altındı.

Bugun Filistinlilerin bayragimiz diye salladigi bayragi, Arap
ayaklanmasi oncesi Ingiliz siyaset adami Sir Mark Sykes
(http://tr.wikipedia.org/wiki/Mark_Sykes) cizmistir. Ondan sonraki
Arap ulkeleri de bu bayraktan esinlenerek kendi bayraklarini
cizmistir. Bagimsiz olduktan sonra Filistin'in bayragindan esinlenerek
kendi bayraklarini cizen diger arap ulkeleri: Ürdün, Irak, Kuveyt,
Sudan, Suriye ve Sahravi Demokratik Arap Cumhuriyeti'dir.

Sir Mark Sykes'in Araplarin ellerine bayrak vermesinin sebebi,
Araplarin arap damarlarini kapartmak icindi. Bu bayrak sadece ve
sadece araplarin Osmanli'ya karsi savasmasi amaci ile cizilmisti. Bu
bayragin ortaya cikis ve var olus sebebi bu idi. Simdi bu bayragi
ellerinde sallayan sozde Turkler, atalarinin kemiklerini sizlatip
kendi tarihlerini bilmediklerini en aci, en utanc bir sekilde ortaya
koyuyorlar.

Resim: Bir Arap çölünde, 1916-1918 Arap ayaklanmasinda ki Arap ordusu
ve ellerinde Filistin bayragi.

Resim, Suriyelilere ait Suriye Tarihi adli bir internet sitesinden
alinmistir . Araplarin ihanetleri gizli sakli falan degil. Araplar,
ihanetlerini gayet rahat bir sekilde, utanmadan internet sayfalarinda,
tarih kitaplarinda ve sitelerinde kisaca her yerde "nasil bagimsiz
olduk", "tarihimiz" vb basliklar altinda anlatiyor.

...............................

Ve.... Çoğumuz için :)


Hayat ne garip bugünlerde ; Mallarımız arttı, keyfimiz azaldı !..
Daha büyük evlerde kalıyoruz ama daha küçük ailelerde yaşıyoruz..!
Konforumuz arttı ama zamanımız daraldı !..
Diplomamız bol ama sağduyumuz az..!
Uzmanlıklar arttı ama sorunlar çoğaldı !..
İlaçlar çoğaldı, hastalıklar arttı..!
Sorumsuzca para harcıyoruz ama az gülüyoruz..!
Trafikte çok hızlıyız ama çabuk parlıyoruz !..
Akşam geç yatıyor, sabah yorgun kalkıyoruz..!
Az kitap okuyor, çok televizyon seyrediyoruz !..
Varlığımızı arttırdık ama değerlerimizi yitirdik..!
Çok konuşuyor ama az gönül veriyoruz ve bol yalan söylüyoruz !..
Para kazanmayı öğrendik ama yuva kurmayı beceremedik..!
Hayata yıllar ekledik, yillara hayat katamadık !..
Ay' a kadar gidip dönmeyi biliyoruz ama komşumuza geçmek için karşıya geçmiyoruz..!
Uzaya ulaştık ama ruhun derinliklerine inemiyoruz !..
Havayı temizledik ama ruhları kirlettik..!
Atomu parçaladık, önyargılarımızı yıkamadık !..
Çok yazıyor ama az gelişiyoruz..!
Daha çok plan yapıyoruz ama daha az sonuç alıyoruz !..
Acele etmeyi öğrendik ama sabırlı olmayı asla..!
Gelirimiz arttı, karakterimiz zayıfladı !..
Tanıdıklar çoğaldı, dostlar eksildi..!
Çabalar arttı ama mutluluklar azaldı !..
Bilgisayar ağları kuruyoruz, bilgi otoyolları inşa ediyoruz ama kendi aramızdaki iletişimde zorlanıyoruz..!
Dünya barışı der, silahlanırız !..
Daha mutlu olmak için somurtarak çalışırız..!
Yani bugünlerde ;
Eve çift maaşın girdiği ama çiftlerin boşandığı !..
Güzel evlerin yuva olamadığı..!
Kısa seyahatlerin, kağıt mendil gibi ilişkilerin ;
Yıka çık gönüllerin, tek geceliklerin !..
Kilo dertlerinin ve her derde deva vitaminlerin..!
Vitrinlerin dolu ama gönüllerin boş olduğu ;
Günlerde yaşıyoruz !...



22 Haziran 2010 Salı

Sözün bittiği yer....

Buse Sarıyağ ve Kınalı Kuzular... Nurlar içinde yatın Aziz Şehitler. ....


...............................

Nerdesiniz?..

Bekir Coşkun

22 Haziran 2010
FİLİSTİN için yırtındınız da…
Şimdi niçin ortalıkta yoksunuz?..
Niçin sesiniz çıkmıyor?..
Niçin televizyonları çağırıp iki parmağınızı birden sallamıyorsunuz?.. Niçin dünyayı ayağa kaldırmıyorsunuz?..
Nerdesiniz?..
*
Dün kadın okurum, attığı e-mail’de “Yaban güvercinlerini vurdular yine” diyordu…
Her şartta Mavi Marmara gemisinde ölenlerden kat be kat fazla gelen ilk haberlere göre vurulan Mehmetçiklerin sayısı…
Tabii ki onlara da yanmıştı yüreği, vicdanı olan herkes gibi… Ama yaban güvercinleri; bir pis siyasi planın, gemiye doldurulmuş kurbanları olarak ölmediler…
Ya da Filistin toprakları için…
Onlar; yurt topraklarını beklerken, Türkiye rahat uyusun diye, o gece karanlığında vatanları için canlarını verdiler…
*
İyi ama niçin o yeşil bayraklı kalabalıklar Kızılay’a-Taksim’e çıkıp bağırmıyorlar?..
Niçin yurdun dört bir yanında aynı anda mitingler başlamıyor?..
Niçin dinci yazarlar megafonları alıp tepinmiyorlar?..
Niçin toplu gıyabi namazlar kılınmıyor?..
Niçin sesi çıkmıyor mollanın?..
*
Niçin “Dünyayı başlarına yıkarız” diye parmağını dört bir yana sallamıyor ve acele hastanelere koşmuyor Başbakan?..
Hani “van minüt” mü ne?..
Bülent Arınç niçin televizyona çıkıp ağlamıyor?..
Dün “Genelkurmay’dan açıklama bekliyorum” diyebilen TBMM Başkanı, niçin o açıklamayı “açılım”ın mimarı Başbakan’dan isteyemiyor?..
O iktidar milletvekilleri niçin gözlerini sile sile koşup birer çılgına dönmüyorlar?..
Niçin acil kriz toplantıları yapılmıyor?..
Niçin belediye otobüsleri, şehirlerin meydanlarına sembolik “cihat” için bedava insan taşımıyorlar?..
Nerdesiniz?…
Nerde?..


............................


Çömelme açılımı


Çok savaş gördü bu millet...

Çömelen devleti ilk kez görüyor.
* * *

Her yer jammer dolu.
Sinyal kesiyorlar.
Ki, mayın filan patlamasın.
Havada üç tane Kobra var.
Tam teçhizatlı, tur atıyorlar.
Arada ısı bombası fırlatıyorlar.
Ki, roket gelirse hedefi şaşırsın.
Yüzlerce bordo bereli etrafta...
Araziye yayılmışlar, eller tetikte.
Kum çuvallarıyla çevrili siper...
Ardında, çömelmiş Başbakan.
Ve, Genelkurmay Başkanı.
Ki, mıhlamasınlar.

* * *

Moral vermek için yapılan ziyaretin, moral bozucu fotoğrafıdır bu.
* * *

Kimseyi rencide etmek maksadıyla yazmıyorum; ben de olsam, ben de çömelirim... Çünkü, elimizi kolumuzu sallaya sallaya girdiğimiz Irak topraklarına, kendi topraklarımızdaki kum çuvallarının ardından çömelerek bakabiliyoruz bugün anca.
* * *

Ankara’da yıllardır yan gelip yatarken, dizlerinin üstüne çökmüş örgütün, yeniden ayağa kalkmasına göz yummanın neticesidir bu... Kahramanlarımıza vatan haini muamelesi yapıp, içeri tıkarken, “güzel şeyler oluyor” deyip, teröriste havai fişek fırlatmanın, şımartmanın neticesidir. Şeref madalyalı subaylarımız kendi kafasına sıkarken, utanmadan sırıtmanın... “Camilerimizi bombalayacaklar, bize suikast yapacaklar” iftirasıyla cahil cüheladan oy toplayıp, elinde roketle gezenleri gizli gizli affetmeye çalışmanın bedelidir. Adamlar harıl harıl memleketin yollarına mayın döşerken, şarkıcılarla türkücülerle şov yapmanın, 4-4-2’yle mi yoksa 3-5-2’yle mi hallederiz bu meseleyi diye, futbolcularla top sektirmenin bedelidir.
* * *

Bir taraftan “kardeşim” diye bağrına basacaksın Barzani’yi... Öbür taraftan “taşeron bunlar” deyip, kum çuvallarının ardından çömelerek bakacaksın Barzani’nin topraklarına.
* * *

Nasıl gezebiliriz ki ayakta?



İlhan Selçuk.......

Bu memelekette soykırım var, evet... Cumhuriyetçi, Atatürkçü soykırımı...
İşte son cinayet....



83 yaşındaki bir yazarı gece yarısı yataktan kaldırıp Emniyet’e götürenler, dört gün dört gece gözaltında tutup uyutmayanlar, sabahlara kadar ifade alanlar, her halde bunu amaçlıyorlardı; Türkiye’nin en saygın ve dirençli kalemini erken öldürmeyi... Gündüz zaten polis korumasında dolaşan bir gazetecinin geceyarısı gözaltına alınmasının başka anlamı olabilir mi? İlhan Ağabey o olaydan hemen sonra hastaneye yattı, ağır bir tedavi süreci geçirdi, bir daha da tam anlamıyla kendine gelemedi.
İktidarlar onu hiç sevmedi. Çünkü O:
Cumhuriyet’in, demokrasinin, laikliğin, aydınlığın yılmaz savunucusuydu...
Paranın satın alamayacağı, korkunun susturamayacağı adamdı.
Başbakanların uçaklarına binmez...
Onların sofralarına oturmaz...
Paraya pula, iltifata teslim olmazdı.
Kalemini kılıçtan daha keskin kullanır...
Halkın ve ulusun onurunu bir şövalye zarafetiyle savunurdu...


20 Haziran 2010 Pazar

Öylesine bir kayıt....

Bu aralar moral filan kalmadı bende, belki çoğunuzda da durum aynıdır.
Gencecik fidanların kalleş kurşunlara hedef olmaları ve bunun sebepleri, kendini bilmezlerin konuşmaları v.s v.s bende zevk filan bırakmadı :((

.........................

Öylesine maillerime bakarken bunlara rastladım, öylesine işte.....








Gene kalpli bir süs buldum. Biryerlere sokuşturulmak üzere renk renk yapmalı bunlardan :))



























Ya bu mantarlara ne demeli:)

















Kanaviçe sevenler için minik bir ev. Bana böyle minik işleme lazımdı, bulunca paylaşayım dedim...


18 Haziran 2010 Cuma

Ben geldiiiim

Bloguma yazmayı özlemişim:))




Malum, notebookuma alışmaya çalışıyorum. Bugün mouse um geldi, biraz rahatladım. Çok komik, yazı yazacağım zaman hala bilgisayar masamın klavye çekmecesine gidiyor ellerim:))


İnsan teknolojiye çok çabuk alışıyor ve hemen bağımlılık kazanıyor.




Ben Türkiye 'ye ilk gelen bilgisayarlarla başladım bu işe. Bir oda büyüklüğünde, kocaman bantlı, kocaman makinalardı, bilgiler daktilo gibi bir aletle yazılırdı kartlara delinerek, bilgisayar o kartlardan okurdu...


Sonra bir yemek masası büyüklüğünde IBM Bilgisayarlar geldi, şirketlere kiralanırdı, satılmazdı, masanın üzerinde bir küçük ekran, ik tane disket gözü, klavye vardı, disketler aynı 45 lik plaklar gibiydi, bilgiler ona kaydedilirdi, ama kaza ile üzerlerine madeni birşey değerse bütün bilgiler siliniyordu, yardımcım disketin üzerine makas koyarak ispatlamıştı. Programlarını da kendimiz yapabiliyorduk, özel bir dili vardı.


Sonra gelişmeler hızlanmaya başladı, önce o masa büyüklüğü küçüldü, daha da küçülüp masa üstüne çıktı, programlar basitleşti, hazır alınmaya başlandı, bir sürü hazır işlemci yazılımlar çıktı ve bugünlere ulaştık. Şimdi Windowsumuz, Excellimiz, Wordumuz var demirbaş olarak.


Ben ve benim yaşımdakiler geçirdiğimiz evrimi düşünürlerse, ilk başlarda kullandıklarımız ile şimdikiler arasındaki büyük farkı hayretle hatırlayacaklardır.


Veee küçüle küçüle bu notebook geldi şimdi elime:))













Öylesine alışmışım ki, mouse olmadan kullanmak bile zoruma geldi:))


Görüşmeyeli ne yaptım:


Tabii bahçe temizliği, otlar ayıklandı, biçildi, gerekli budamalar filan, bunlar rutin işler ama en az üç günümü alıyor.


Dün sabahtan ütülerimi yaptım ve öğleden sonra büyük bir hevesle kitabımı alıp hamağa uzandım, oooh nihayet:))


Ama o da ne sağdan bir gök gürültüsü, derken önce beyaz sonra gri bulutlar, derken bir şiddetli rüzgar... Senmisin hamak keyfi yapan, kaaalk çabuk, minderleri topla önden, arkadan, tıkıl verandaya.










Bak veranda da yıkayıp astığın ayakkabılar kurumuş, onları yerine kaldır:)) Keyif bitti, işe devam:))















Bugün çarşıya indim, oradan İzmite alışveriş merkezine gittim, dönüşte fırına uğradım, kargom gelmiş, ooooley mouseum geldiiiii....


Bugünlük bu kadar diyeyim, yarından itibaren buradayım bir aksilik çıkmazsa, biraz sizleri dolaşayım, özledim bloglarınızı...


Beni izlemeye devam ediiiin:))



14 Haziran 2010 Pazartesi

Sevgili Dostlar

Sevgili dostlar,
Masaüstü bilgisayarımın fanı arızalanınca içerisi kavrulmuş ve bu nedenle kendisi aramızdan ayrılmıştır:))

Hesapta olmayan bu nedenle bugün kampanyadan bir notebook aldım. Ama mouse almayı unutmuşum, be nedenle çok zorluk çekiyorum.

Birkaç saattir bu küçücük 17x26cm.lik veletle boğuşmaktayım. Mouse için internetten sipariş verdim, çünkü şehir kısmı sıcaktan kaynıyor, bir daha inemem.

Sevgili mouse um gelene kadar biraz ara vermek zorundayım. :((

Bu veletle birbirimize bir alışalım, sonra bol bol görüşürüz.

Hepinize sevgiler :))


12 Haziran 2010 Cumartesi

Usta ve motifi

Bugün biraz tamir işleriyle uğraştım.

Ocağın üzerindeki havalandırmanın lambası patlamıştı, sigortayı attırmıştı, onu açtım, sıcaktan herhalde duya giren tel erimiş, yeniden bağladım, oldu:))

Küçük odanın lamba anahtarında bir temassızlık vardı, onu açtım, tellerin teki yerinden ayrılmış, elektrikçiler gevşek mi bırakıyor ne, o da oldu.

Annemin odasının lambası durduk yerde sönüyordu, onu da açtım, ondada tel gevşemiş, temas etmiyor, onu da sıkıştırdım, o da oldu:))

Mutfak muslukları damlıyordu, en nefret ettiğim sestir, köselelerini değiştirdim, sökmüşken bir güzel temizledim, oda oldu:))

Lavabo kenarı ve duşakabine döşediğim kağıtların alt kenarları için yapı markette bulduğum sızdırmazlık bantlarından almıştım dün, onlarıda yapıştırdım, artanını da mutfaktaki lavabonun duvarına yapıştırdım :))

Yani bugün elektrikçi ve sıhhi tesisatçıydım.

Biraz da hanımlık yapıp sizinle bir motif paylaşayım:)

Yoyo Motif


Ben bu motifin örülüşünü merak ediyordum, resimli tarifini buldum. Merak edenlere :)


10 Haziran 2010 Perşembe

Karşınızda Yeni Takımım

Havanın açacağından neredeyse umudumu kestim ve bari sandalyelerimi monte edeyim dedim...
Alet edavat toplandı gene hobi odama, montaj başarıyla sonuçlandı.

Kumaşı pazardan , likralı kumaş, kenarları overlok geçirilmiş, 1,40x1,00 cm. ebadında, adedi 2 lira, 3 adet aldım. 1,5 tanesi kaplamaya gitti, 1 tanesini masa örtüsü olarak düşünmüştüm.

Önce kaplamalı parçaları söktüm. Sırt kısmının arka parçası çivilenmiş, sökmesi biraz zor oldu, kalın mukavvaymış içi, ön tarafı vidalı, biraz paslanmış ama söküldü. Oturma yeri de alttan vidalı, onlarda söküldü, temizlikleri yapıldı.

Beyaz yağlıboyam vardı, zımpara filan yapmadım, iş uzarsa sıkılıveririm:)) Bir güzel boyadım demirlerini, üç gündür iyice kurudu...

Eski kaplamaların üzerine yaptım yeni kaplamayı, kumaşın üzerine koydum parçaları, ona göre kestim, kenarlarını kıvırıp zımbaladım, likralı olması işimi kolaylaştırdı, sırt kısmının arka ince parçasını kaplarken silikon kullandım. Demekki kaplama işlerinde zımba makinası ve sıcak silikon tabancası şartmış:))

Montaj işini bugün yaptım, vidalamayı eski deliklere getirmemek için parçaları aynı sandalyeye monte etmedim, montaj demirlerini neyse ki her sandalyede biraz kaydırarak kaynaklamışlar. Eskiden çivi ile tutturulmuş sırt arka parçasını ise gene ince vidalarla tutturdum, sökmesi kolay olsun diye:)

Eh sandalyeler güzel oldu, ama tam takımı görmek gerek değil mi:)

Bunun için önce veranda toparlandı, yerler süpürüldü, örtü ütülendi, ütü masasının üzerindeyken üzerine kap seçildi, kap olarak annemin biiiir zamanlar bana işlediği "B"harfli çeyiz bohçası uygun bulundu, o da ütülendi, masaya örtüldü, masa üstüne uygun çiçek olarak küpe seçildi, fotoğrafta çekildi, oh bitti işte.
Eeee, nasıl olmuş:))



8 Haziran 2010 Salı

Bezelye günü

Bu sabah birara yağmur durdu, aşağıdan bulutlar yükselmeye başladı, annemle beraber torbaları kaptığımız gibi indik bostana:) Her an yağmur bastırabilir paniği ile fotoğraf makinasını alamadım ve resim çekemedim tabii :))

Tam zamanı artık, neredeyse taneler dökülecekmiş, dalların dipleri çürümeye başlamış bile. 12 kg. kadar topladık. Eve taşıması zor oldu tabii, teleferik mi yapsak acaba :))

Bostan batak, toprak yumuşamış iyice, çizmeler yarısına kadar çamur tabii. Neyse fidelerime birşey olmamış, barbunyalarım uzamaya başlamış, çubuklarının dikilmesi gerek, domatesler çiçekte, hatta biri vermiş bile, çileklerin toplanması lazım, yarın birara gene ineceğim, oturak fasulye ve bamyalardan henüz bir uç göremedim, beyaz fasulyelerin yerine basmamaya çalıştık, onlar yeni ekildi, şimdi bezelyeler sökülecek yerine büyüyen biber fideleri ve kıvırcık dikilecek, hiç iş bitmiyor of:))

Eve geldik, ayıkla anam ayıkla, sonra torbala, pipetle vakumla, sonra dondurucuya, bütün kış yeter bize:) Mmmmmh, tavuklu bezelyeyi pek severim...

Bezelye hakkında birkaç birşey:







Dikimi: Bizim buralarda kasım sonu, Aralığın ilk haftası dikiliyor, açılan ocakllara 4-5 adet tohumluk bezelye atılıyor, hepsi bu. Nisan başında boy vermeye başlayınca uzun ve çok çatallı çubuklar dikiliyor yanlarına. Çiçekleri ise bir harika...

İşte bu zamanda da toplanıyor...






Değişik Tarifler:


.............................................................................Bezelye Çorbası

Bezelye Püresi








Arpacık soğanlı Bezelye




İçiniz dışınız bezelye oldu değil mi:))

Bunlar da kanaviçe sevenlere:)) (şemalarını gönderebilirim)



7 Haziran 2010 Pazartesi

Amanıııın....


Yaa bu nasıl havadır böyle, yaz yağmuru desem yaz yağmuru değil. Önceki gece başladı, bi dur kardeşim, yok durur gibi yapıyor sonra bi başlıyor yeniden, sanırsın hortumla çatıyı yıkıyorlar:))
Bir de soğuk bir de soğuk, sanki kış. Neredeyse kuzineyi yakacağız. Elektrikli sobayı yaktık, üzerimizde hırkalar...

İşlerimde kaldı tabii, sandalyelerimi monte edecektim, bodruma inip vida almam lazım, yok inemem ıslanırım :)) Zaten dışarısı soğuk, az daha merakta kalın naapim, zaten çok merak etmeye değmez.

Zavallı bostanım ne oldu acaba, fidelerim kırılmamıştır inşallah. Bezelyelerimin toplanması lazımdı, birazını toplamıştım, gerisini annemle toplarız diyordum, O da toplamayı seviyor diye, ama nerdeee....

Neyse, toprak doysun bari suya, ağaçlar bol meyve versin bizlere. Tabii dökülmemişlerse....

Ben size bugün Ümit Yaşar Oğuzcan'dan bir şiir vereyim, olmaz mı:)

Adak

Sana şiirler okuyacağım, gitme

Güneşler doğacak yalnızlığımdan
Sana bir ışık
getireceğim
Büyük aydınlığımdan


Sana bir dolu umut getireceğim
Küçük ellerine sığmayacak
Sana Afrika gecelerini getireceğim
Sımsıcak

Sana çiçekler getireceğim
Bozulmuş güz bahçelerinden
Sana bir serinlik getireceğim

Yağmur tanelerinden


Sana avuç avuç yıldız getireceğim
Güneşimden başka
Sana engin denizlerin maviliğini getireceğim

Köpük köpük dalga dalga


Sana bir rüzgar getireceğim
Dağlardan, tepelerden
Gitme, sana zamanı getireceğim
Zamanın bittiği yerden



5 Haziran 2010 Cumartesi

Keyfe zaman yokkkk

Ben de bu kadar proje, hobi odamda ve bodrumda onca malzeme varken, hamakta yatıp kitap okuma keyfini ne zaman yapacağım :((

Bu sandalyeler bodrumdaydılar. Üç adet, yer yer boyaları çizilmiş, kaplamaları ise tamamen renk değiştirmiş, bordo iken kahverengi olmuş:))

Bodrumda benim olmayan eşya ve malzemeleri merak edenlere bir açıklama yapayım. Bu evi 99 depreminden sonra abimler yaptırmıştı, evleri ağır hasarlı olduğundan bir müddet burada kaldılar, sonra gene bir ev tuttular, buraya arasıra hafta sonları geliyorlardı. Ben ise burayı gördükten sonra buraya yakın bir yerde arsa almış, ev yapmak için fikir üretiyordum. Abimler sık sık gelemediklerinden "ev bakımsız kalıyor" diye "acaba satsak mı" lafı ağızlarından çıkar çıkmaz, ben talip oldum. 45m2 lik eve bir salon ekledik, altı bodrum oldu, kargir yapı olan eski eşya deposu lambri kaplanıp "küçük ev"dediğimiz misafir evi, küçük odunlukta misafir evinin banyosu oldu...

Bu nedenle bodrumda onlardan kalan bazı eski eşyalar var:))

Bu açıklamadan sonra, dönelim sandalyelere. Bunlar yenilenmek üzere ele alındı. İşlemler çoktan başladı, detaylar sandalyeler yeni halini alınca:))

Bu arada tabii ki geceleri tv karşısında boş durmuyorum, goblen bir pano işliyorum, yani boş duruyorum sanmayııın :)


4 Haziran 2010 Cuma

Bir kaç Proje Daha....


Kot Ceplerinden...




Kot ceplerinden çok güzel magnetler yaptı arkadaşlar, hatta bir tane de ben de var :))
İşte kot cepleri için bir fikir daha, çok sevimli geldi bana....






Eski dikiş makinanızdan...


Eski dikiş makinasının ahşap işleme makinasına dönüştürülebileceği hakkında bir yazı bu. Mantıken olabilir, ama iğne ucu yerine ince matkap ucu takılmış, dikiş makinası iğneyi döndürmüyorki, bir kıl testere olsa iğne yerine gerçekten işe yarar bence, ama matkap ucu için mekanizmada değişiklik gerekir herhalde. Kıl testere aklıma yattı, denesem mi acaba :))













Kuşlar...











Asabileceğim bir süs daha buldum. Artık bir kıl testere almanın zamanı geldi sanırım :)












Banyo süsü....





Banyolarda kokulu sabunlar ne güzel kokar, hele bir de böyle süslü olursa, hem burnuna, hem gözüne hoşluk :))







İğnelik....




Bunun neden ve niçin yapıldığını araştırmadım ama görür görmez pet şişeden yapılıp iğnelik olarak kullanılabileceği geldi aklıma:)


3 Haziran 2010 Perşembe

Benden Birşeyler....

Bir bahçe süsü daha...

Geçen gün malum büyük yapı markete gittim ve bahçe süslerine gene baktım. 6,90'a satılıyor.

Salı günü pazara gittim ya, 1 liraya "arı"aldım, ve bir bahçe süsü daha yaptım, bir çubuğum daha vardı elimde.

Aradaki fiyat farkına bakarmısınız:))











Arkadaşım Sevil'in çantasını çok beğenince bana kaldı :)) Ne arsızım ama değil mi. Kurdelelerle çok basit bir şekilde süslenmiş torba çanta. Ağız kısmından geçirilmiş iplerle iki yanından çekilerek büzülüyor. Fikir olsun sizlere.





Gene Sevil'den bana bir hediye, cici mutfak havlusu. Değişik değil mi:))